Yeni Asya'nın ilahiyatçı hocası Süleyman Kösmene okuyucu sorularını cevapladığı köşesinde 'şeairi İslamiyeye darbe vuranların' belli seneler zarfında darbe yiyeceklerini yazdı ve ilginç örnekler verdi.
Yeni Asya Gazetesi'nde bugün yayınlanan bir köşe yazısı içinde barındırdığı esrarengiz mesajlar ile dikkat çekti.
Yeni Asya'nın İlahiyatçı yazarı Süleyman Kösmene'nin okuyucu sorularına cevap verdiği köşesinde 'şeairi İslamiyeye ve siyaset-i İslamiye'ye darbe vuranların' tılsımlı yıllar zarfında büyük darbeler yiyeceklerine dikkat çekildi ve tarihten örnekler verildi.
İşte Süleyman Kösmene'nin köşesinde yayınladığı o soru ve ilginç cevapları:
Nahide Celikbağ, Nuri Aksay ve Erkenek’ten Mehmet Durgut: “Emirdağ Lâhikası sayfa 358’de, ‘şeair-i İslâmiyeye ve siyaset-i İslâmiyeye darbe vuranlar on iki, on üç, on dört, on altı sene zarfinda büyük darbeler yiyecekler diye bana ihtar edildi.’ Kimdir bu darbe vuranlar ve darbe yiyecek olanlar? Bir de on iki, on üç vs.. rakamlarını nasıl anlamalı?”
RİSALE-İ NUR ASRIMIZIN RESMİNİ ÇEKİYOR
Bediüzzaman Hazretleri asrımızın resmini çekmiştir. Bu cümleler, söz konusu resim karelerinden sadece bir kaçıdır.
Bahsettiğiniz
bu karede diyor ki: “Şeair-i İslâmiyeye ve siyaset-i İslâmiyeye darbe
vuranlar on iki, on üç, on dört, on altı sene zarfında büyük darbeler
yiyecekler diye bana ihtar edildi. Evvelki meselenin aksine olarak,
geniş dairede vuku bulan o hadisatı ve büyük cemaatlere gelen o
tokatları, küçük bir dairede şahıslara gelecek tokatlar suretinde mana
vermiştim ki, tam aynen iki dairede, hem küçük, hem büyük, on iki sene
sonra en müthişi dünyayı terk ettiği gibi, büyük dairede de onun gibi
dehşetli cemaatler on iki, on üç, on dört, on altı tarihlerinde aynı
tokatları yediler ve yiyecekler diye ihtar edildi.”1
ANAHTAR KELİMELER
Bu
cümlede geçen anahtar kelimelere bakalım. Üstad Hazretleri Ankara’ya
geldiği günden itibaren uyardığı ve fakat önünü alamadığı bir mesele
vardır: Şeair-i İslâmiyenin tahribi!
Bir seri halinde şeair-i İslâmiyeye karşı yapıla gelen tahribatları tarih kaydetmiştir.
Bediüzzaman
1922’de meşhur namaz beyannamesinde diyordu ki: “Bilirsiniz ki ebedî
düşmanlarınız ve zıtlarınız ve hasımlarınız İslâm’ın şearini tahrip
ediyorlar. Öyle ise zarurî vazifeniz şeairi ihya ve muhafaza etmektir.
Şe‘âirde tehâvün milliyetin za‘fını gösterir. Zaaf ise düşmanı tevkîf
etmez, teşcî‘ eder.” 1923’te Lozan’da alınan “Din öldürülecektir”
kararını ve daha sonra yeni hükümetin bu yönde yaptığı tatbikatları
resmî tarih öğretmese bile, doğru tarih unutabilir mi?
Meselâ
1924’te hilâfetin ilgası ve aynı tarihte şeairin öğretildiği önemli
merkezlerden olan medreselerin ve tekkelerin Tevhid-i Tedrisat Kanunu
ile kapatılması… Keza 1932’den 1950’ye kadar ezanın deforme edilerek
Türkçe okutulması…
Bunları tarihimiz kaydetmiştir.
ESRARLI RAKAMLARIN İHBARI
Bu tarihlerden hareket edersek, maddî manevî büyük darbelerin ne zaman ve nasıl geldiği zannederim anlaşılır.
Meselâ 1922’den 16 sene sonra en müthişinin dünyayı terk etmesi…
1932’den
12 sene sonra Mareşalin, Genel Kurmay Başkanlığından alınması ve aynı
tarihlerde ülke genelinin yaşadığı kaht, gala, kuraklık ve kıtlıklar…
Keza 1932’den 14 sene sonra yapılan seçimlerde Millî Şefin koltuğunun
sarsılması, bunu anladıkları için seçimlerin “açık oy gizli tasnif”
usûlü ile yapılması… Keza Millî Şefin devr-i saltanatının toplam 12 sene
sürmesi ve 12 sene sonra millet egemenliğine mağlûp düşmesi…
Keza,
Bediüzzaman’ın ifadesiyle, “O ikinci Harb-i Umumi ve o dehşetli şahsın
dünyadan gitmesiyle ve şimdi de onun mesleği geri çekilmesi ve bir kısmı
o mesleğin aksine din lehinde resmen çalışması ve ehl-i imanın
istibdad-ı mutlakadan bir derece kurtulması ve az bir tevil ile o
risaleciğin verdikleri haber aynı tarihlerde vuku bulması…”2 tarihi,
demokrasinin istibdadı yendiği 1950 yılıdır.
Nitekim
istibdad-ı keyfî-i küfrî, 13’ün –alkışlayıcıları fazla olduğu için- iki
katı olan 26 sene sonra milletin “yeter!” tokadına maruz kalmıştır.
Cümlenin
sonunda gelen resimde, “büyük dairede de onun gibi dehşetli
cemaatler”den bahsediliyor. Burada bahsedilen “dehşetli cemaatler”,
deccalizmin ve süfyanizmin şahs-ı manevisi olsa gerektir. Malûm,
deccalin “şahs-ı manevisi olan dinsizlik cereyan-ı azimi pek cesimdir.”3
Ve bu şahs-ı manevî “bu zamanda cemaat şekline girmiş”tir.4
Bu dehşetli şahs-ı manevinin “on iki, on üç, on dört, on altı tarihlerinde aynı tokatları” yiyecekleri bildiriliyor.
Dilerseniz, bu tarihler esrarlı kalsın.
Dipnotlar:
1- Bediüzzaman, Emirdağ Lâhikası, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2006, s. 358.
2 - Bediüzzaman, Emirdağ Lâhikası, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2006, s. 359.
3- Bediüzzaman, Mektubat, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2007, s. 96.
4- Bediüzzaman, Kastamonu Lâhikası, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2011, s. 28"
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder