Tutuklu Gazeteci Mehmet Baransu geçtiğimiz hafta olan duruşmasında yaşadıklarını Taraf Gazetesi'ndeki köşesinden yazdı. Gün boyu yemek verilmeyen Baransu, tuvalete giderken bile kelepçelerinin çıkarılmamasını ve kendisine yapılan hukuksuz uygulamaları anlattı. Köşesinden Bülent Arınç'a seslenen Baransu bu seslenişine devam etti.
İŞTE BARANSU'NUN YAZISI:
Geçen hafta bu köşede, Sayın Bülent Arınç’a bir çağrıda bulunmuştum. Avukatım olmasını teklif etmiştim.
Amacım, yaptığım bir haber sonrası, savcılara, hâkimlere verdiği emrin neticesini görmesini sağlamaktı.
Hukuksuzluklar… Usulsüzlükler… Oluşturulan evraklar…
Ahirette
bir vebalden kurulmasını istedim. Bugüne kadar, ıslak gözlerle toplum
karşısına çıkmış ne kadar “vicdanlı” olduğunu kamuoyuna duyurmaya
çalışmıştı.
SAATLERCE YEMEK VERİLMEDİ
SAATLERCE YEMEK VERİLMEDİ
Çağrım bir samimiyet testiydi.
Şu ana kadar bir ses çıkmadığına göre, teklifimi kabul etmemiş.
Allah’tan çok kuldan korkanların, ne “vicdanlarına” ne de gözyaşlarına inancım kaldı.
Madem Sayın Arınç susmayı tercih etti, bize de yazmak düştü.
Emirle açtırılan davanın son duruşması, geçen salı günü görüldü.
Sabah
kahvaltı bile yapamadan, ellerime kelepçe vurulup, adliyeye götürüldüm.
Nezarethaneye kondum. Duruşmanın başlamasını bekledik. Saatler geçti.
Öğle yemeği de verilmedi.
Nezarethanede
saatlerce bekleyince, öğlen namazı vakti girdi. Görevli üsteğmene,
nezarethanenin hemen yanındaki mescitte namaz kılmak istediğimi
söyledim. Yürüyerek 20 saniyelik mesafe.
Üsteğmen, izin vermediği gibi “Nezarethanede, taş üstünde mi, nasıl kılacaksan öyle kıl” dedi
Adliyenin
eksi kaçıncı katıydı bilmiyorum ama buz gibi nezarethanede, buz gibi
demir üstünde namaz kıldım. Beklemeye devam ettim. İkindi vakti girmiş,
mahkemeye çıkamamıştım. İkindiyi de aynı şartlarda kıldım.
Saat
15:45 gibi duruşma salonuna götürülmek üzere, bileklerime tekrar
kelepçe takıldı. Asansörle yukarı çıkıyorduk ama kelepçe ihmal
edilmiyordu. Mahkeme salonuna girmeden, kelepçeler çözülüyor, bitiminde
tekrar takılıyor. Neyse…
Ağzıma
tek bir lokma dahi atmamıştım ama mahkeme karşısındaydım. Usul
tartışmaları derken, saat 19:00 oldu. Savunma yapmam istendi.
Akşama
kadar hiçbir şey yememiştim ama ifademe geçilecekti. En sağdaki hâkime
baktım uyuyakalmıştı. Bu şartlarda “adil yargılanma ve savunma hakkı”
diye içimden geçirdim. İstenen 52 yıl hapis…
'KELEPÇEYİ ÇIKARMAYACAKSINIZ'
'KELEPÇEYİ ÇIKARMAYACAKSINIZ'
Bu durumda savunma yapamazdım ve yapmadım. Duruşma ertelendi.
Bileklerime tekrar kelepçe vurulup, aynı nezarethaneye götürüldüm. Bedenim yorgun düşmüştü. Açlık baş ağrısı yapmıştı.
Nezarethaneye
konulunca kelepçeler çıkarılıyor. Araçla cezaevine gitme zamanı
geldiğinde, tekrar takılıp, cezaevi aracına tutuklu konuyor. Kaçma
şüphesi olamayanlara, Danıştay kararına göre, kelepçe takılmaması
gerekirken, bu kural da uygulanmıyor.
Geleyim tekrar nezarethaneye…
Nezarethaneye
konulunca, üsteğmene, tuvalete gideceğimi, kelepçeleri çıkarmasını rica
ettim. Tuvalet nezarethanenin içinde. Nezarethanede zaten kelepçeler
çıkarılıyor. Yasal kural…
Üsteğmen,
askerlere emir verip, “Kelepçeleri çıkarmayacaksınız, öyle tuvalete
girecek” dedi. Tuvalet alaturka ve kelepçeyle girmem söyleniyor.
Üsteğmenin,
insanlık suçu olan bu emrinin nedenini anlıyorum. Duruşmada avukatımla
tartışmış, ona hukuk dersi vermeye kalkışmıştı. Hâkimin uyarmasıyla
“dersini” almıştı ve izleyiciler, gazeteciler kendisinin düştüğü duruma
gülünce, o anı unutmamıştı. Kendince öç almaya çalışıyordu “kelepçeyle
tuvalete gireceksin” diyerek…
Üsteğmene
yaptığının suç olduğunu söyleyip mahkemedeki yaşananların öcünü böyle
alamayacağını söyledim. O ise, emrindeki askerlere, “Kelepçeyle tuvalete
girmiyorsa, tuvaletin kapısını kapatın, sokmayın içeri” diye
bağırıyordu.
“Altıma
ederim, yine kelepçeyle tuvalete girmem, bana alaturka tuvalette
kelepçeyle ihtiyaç gidereceğimin nasıl olacağını uygulamalı gösterin”
dedim. Cevap vermek yerine, emirlere devam ediyordu.
Kendisine nezarethanedeki kamerayı gösterip “Kayıtları sakın imha etmeyin, bu işkence suçunuzu yargıya taşıyacağım” dedim.
Sonra
ne mi oldu? Üsteğmen hakkında, insanlık onuruyla oynayıp, işkence
yapmak, görevini kötüye kullanmak gerekçesiyle suç duyurusunda
bulunacağız. Dava açılınca öğrenirsiniz. Pes etmedim, şimdilik bunu
söyleyeyim. Belki Sayın Arınç, bu olayda avukatım olur. Askerlerin artık
kendilerine topuk selamı verdiğini söylüyordu ya kendisi.
Askerî vesayeti kimin sayesinde bitirmişlerdi? Bu zor soruları bırakıp tekrar konumuza döneyim.
Bana
yaşatılanları, kendimi acındırmak, duygu sömürüsü yapmak için
yazmıyorum. Tarihe not düşmek amacım. Arınçların, yol arkadaşlarının
geldiği durumu gözler önüne sermek. Kelepçeniz de işkenceniz de aç-
susuz bırakmanız da benim için “şeref, onur”.
Davayı,
davadaki hukuksuzlukları, oluşturulan belgeleri, MGK Sekreterliği’nin
savcılar ve hâkimleri nasıl yanlış yönlendirdiğini yazacaktım. Kalemim,
“kelepçe, yemek, işkence, tuvalet” konusuna sürükledi beni.
Sadece
şunu söyleyeyim. “Dosyada belge var” diyorlar, “gösterin” diyoruz,
gösteremiyorlar. Sonra var denilen belgenin olmadığı ortaya çıkıyor.
Avukatım
Ömer Kavili, mahkeme heyetine Yassıada yargılamalarını hatırlatıp,
“Adnan Menderes’e yapılan, Baransu’ya yapılıyor” dedi. Menderes’ten de
belge gizlenmişti, bizden de gizleniyor. Dreyfus davasında da olduğu
gibi.
Dün, Yassıada Mahkemesi’nde yaşananlar, bugün Arınçlar eliyle bana yaşatılıyor. Çok şükür…
Duruşmada
beni yalnız bırakmayan herkese çok teşekkür ediyorum. İzleyici
koltuğunda hukuksuzlukları görüp, dayanamayan ve cübbesini giyip “Ben de
Baransu’nun avutayım” diyen Sayın Ömer Kavili’ye ise ayrıca çok
teşekkürler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder