Fethullah
Gülen, dünyaca ünlü Fransız gazetesi Le Monde gazetesine yazdığı
makalede, aşırılık ve terörle mücadele konusunda uluslararası camiaya ve
Müslümanlara önemli mesajlar verdi. İslam adına işlenen terör
eylemlerinin Müslümanları yabancılaştırdığı ve İslam aleyhine yanlış
algıları derinleştirdiği uyarısında bulunan Gülen, terörün dini
olmadığını dile getirdi.
Fethullah
Gülen, bugün Le Monde gazetesinde yayınlanan makalesinde “Müslümanlar
olarak kendi problemlerimizle yüzleşmekten bizi alıkoyan komplo
teorilerine sığınmaktan da vazgeçip bir muhasebe yapmalıyız: Acaba
içimizde yer etmiş gizli istibdat meyilleri, fiziksel şiddet, gençlerin
ihmal edilmesi ve dengeli eğitim eksikliği gibi nedenlerle
cemiyetlerimiz totaliter zihin yapılı grupların kendilerine eleman
devşirmesine müsait hale mi geldi?” ifadelerini kullandı.
Avrupa'daki
Müslümanların radikal akımlarla mücadele de daha aktif rol oynaması
gerektiğini kaydeden Gülen, “Menfi şartlara rağmen Müslüman vatandaşlar
kendi devletleriyle daha sıkı angajmana girerek dindaşlarının topluma
daha iyi entegre edilmesine vesile olacak kucaklayıcı politikaların
üretilmesine katkıda bulunmalıdır.” dedi. Le Monde tanıtım yazısında
Gülen'in bilime önem veren, demokrasiyi destekleyen ve dinlerararası
diyalogu savunan biri Hizmet hareketinin lideri olduğunu belirtti.
Gülen'in geçmişte Erdoğan'a çok yakın olduğu ancak yolsuzluk
skandallarının patlamasının ardından en büyük muhalifi olduğunu
vurguladı.
Fethullah
Gülen Hocaefendi'nin Paris'teki terör saldırıları nedeniyle Le Monde
için kaleme aldığı "Müslümanlar, inanç anlayışımızı eleştirel bir
tahlile tabi tutalım" başlıklı makalesinin tamamı şu şekilde:
GERÇEK İMANIN ÖLÇÜSÜ İNSAN HAYATINI KORUMAK MEVZUUNDA HASSASİYETTİR
IŞİD
ve benzeri terörist grupların sergilediği vahşet karşısında teessürümü
kelimelerle ifade etmekte zorlanıyorum. Bu grupların terör eylemlerini
icra ederken kendi sapık ideolojilerini din kisvesine bürümeleri bir
buçuk milyar Müslümanla birlikte beni de dağidar ediyor. Müslümanlar
olarak vazifemiz bir yandan insanlığın bu terörizm belasından
kurtarılması için herkesle omuz omuza çalışmak, öte yandan dinimizin
dırahşan çehresine atılan bu zifti temizlemeye çalışmaktır.
Birtakım
sözler ve sembollerle nazari olarak bir kimlik iddiasında
bulunabilirsiniz. Böyle bir iddianın samimiyeti ancak muamelatta iddia
edilen kimliğin temel değerlerine sadakatle ölçülebilir. Gerçek imanın
ölçüsü sloganlar veya kıyafetler değil, bütün dünya dinlerinin esas
aldığı insan hayatını korumak ve her insani aziz tutmak gibi prensipler
mevzuunda hassasiyettir.
Müslümanlar
olarak teröristlerin yaymaya çalıştığı totaliter ideolojiyi kayıtsız
şartsız reddetmeli ona mukabil kucaklayıcı, çeşitliliği zenginlik gören
bir zihniyeti teşvik etmeliyiz. Bizim etnik, milli veya dini
kimliğimizden önce insanlığımız gelir ve böyle barbarca eylemlerle esas
zarar gören insanlığın şahs-ı manevisidir. Paris’te hayatını kaybeden
Fransız vatandaşları, bir gün önce Beyrut’ta hayatını kaybeden Şii
Müslüman Lübnan vatandaşları, Irak’ta aynı teröristlerin elinde hayatını
kaybeden Sünni Müslüman vatandaşlar her şeyden önce birer insandır. Acı
çeken her insanın acısını, dini ve etnik kimliği ne olursa olsun
empatiyle karşılamadıkça ve ayni iradeyle o acıyı dindirmeye
çalışmadıkça medeniyetin ilerlemesi mümkün değildir.
MÜSLÜMANLAR KOMPLO TEORİLERİNDEN VAZGEÇİP MUHASEBE YAPMALI
Müslümanlar
olarak kendi problemlerimizle yüzleşmekten bizi alıkoyan komplo
teorilerine sığınmaktan da vazgeçip bir muhasebe yapmalıyız: Acaba
içimizde yer etmiş gizli istibdat meyilleri, fiziksel şiddet, gençlerin
ihmal edilmesi ve dengeli eğitim eksikliği gibi nedenlerle
cemiyetlerimiz totaliter zihin yapılı grupların kendilerine eleman
devşirmesine müsait hale mi geldi? Temel insan hakları ve hürriyetleri,
hukukun üstünlüğü ve herkesi kucaklayıcı bir zihniyeti bir türlü
oturtamadığımız için boşlukta olan kimselerin ümitsizliğe düşmesi ve
farklı arayışlara girmesine zemin mi hazırladık?
TERÖRÜ LANETLEMEK YETERLİ DEĞİL
Paris’te
vuku bulan bu son trajedi bize bir kere daha hatırlattı ki dinle
ilgiliymiş gibi gösterilen bu hunhar saldırıları gerek din alimlerimiz
gerekse sade Müslümanlar kayıtsız şartsız reddetmeli ve lanetlemelidir.
Ancak geldiğimiz bu noktada artık reddetmek ve lanetlemek yeterli
değildir. Müslüman toplumlarda teröristlerin gençleri devşirme
çalışmalarına karşı içinde devlet kurumları, dini liderler ve sivil
toplum kuruluşlarının olduğu bir ittifakla akıllı bir şekilde mücadele
edilmelidir. Teröristlerin devşirme faaliyetlerine zemin hazırlayan
bütün faktörleri dikkate alan ve bütün cemiyeti kapsayan projeler
üretilmelidir.
Cemiyetimiz
içinde boşlukta olan gençleri erken tespit edip tehlikeli macera
arayışlarına girmelerine mani olacak, ailelere danışmanlık ve diğer
hizmetlerle destek olacak altyapıları kurmalıyız. Vatandaşı olduğumuz
devletlerle pozitif bir angajmana girerek terörle mücadele planların
yapıldığı masalarda oturmalı, fikirlerini ifade etmelidir. Gençlerimize
demokratik yollarla fikirlerini ifade etme yollarını öğretmeliyiz. Okul
müfredatlarında erken yaşlarda demokratik değerlerin işlenmesi gelecek
nesillerin sağlıklı bir zihin yapısına sahip olması adına önemlidir.
Tarihsel
süreçte bu tür trajedilerin ardından, aşırı tepkiler ortaya çıkmıştır.
Müslüman karşıtı, din karşıtı söylemler, devletlerin Müslüman
vatandaşlarına tamamen emniyet mülahazalı muamelesi faydadan ziyade
zarar getirebilir. Avrupa’nın Müslüman vatandaşları barış ve huzur
içinde yaşamak arzusundadır. Menfi şartlara rağmen Müslüman vatandaşlar
kendi devletleriyle daha sıkı angajmana girerek dindaşlarının topluma
daha iyi entegre edilmesine vesile olacak kucaklayıcı politikaların
üretilmesine katkıda bulunmalıdır.
Müslümanlar,
olarak bu vesileyle İslam anlayışımızı ve pratiğimizi çağımızın
şartları ve zamanın yaptığı tefsirlerin ışığında gözden geçirmeli ve
özeleştiri yapabilmeliyiz. Bu, İslami gelenekten kopmak demek değil, tam
tersine muhtemel inhiraflarımızın farkına varma ve onlardan sıyrılarak
selef-i Salih’inin hep peşinde olduğu Kur’an ve Sünnetin ruhuna ve özüne
tekrar sahip çıkmak demektir.
DİNİN RADİKAL YORUMLARINI MARJİNALİZE ETMELİYİZ
Dini
kaynaklarımızın siyak ve sibaktan koparılarak başka maksatlara vasıta
yapılan yorumlarını marjinalize etmeliyiz. Müslüman ulema, fikir erbabı
ve aydınlar dini kaynaklara bütüncül bir yaklaşımı teşvik etmelidir.
Geçmiş çağlarda siyasi ve dini mensubiyetlerin çakıştığı ve devamlı
çatışmaların sürüp gittiği dönemlerde verilen hükümleri gözden
geçirebilmeliyiz. Bazı temel inançlara sahip olmak dogmatizm demek
değildir. Müslümanlara bir dönemde bir Rönesans yaşatan fikir
hürriyetini dinin ruhuna sadık kalarak tekrar canlandırmak hem mümkün
hem de elzemdir. Şiddete tevessül eden radikallik ve terörizmle ancak
böyle bir iklimde hakkıyla mücadele edebilir.
MEDENİYETLER DEĞİL, İNSANLIK MEDENİYETİYLE BARBARLIK ÇATIŞIYOR
Yaşanan
son olayların ardından maalesef bazı kesimlerde tekrar medeniyetler
çatışması tezinin dillendirildiğini üzüntüyle müşahede ediyorum. Bunu
ilk ortaya koyanlar bir öngörüyle mi yoksa bir reçete mülahazasıyla mı
ortaya koydular bilemeyeceğim. Ancak şurası kesin ki bugün böyle bir dil
sadece terör örgütlerinin ekmeğine yağ sürmek demektir. Şunu net bir
şekilde ifade etmek isterim: Karşı karşıya bulunduğumuz manzara bir
medeniyetler çatışması değil bütün insanlık medeniyetiyle barbarlığın
çatışmasıdır.
TERÖRLE MÜCADELEDE MÜSLÜMANLAR ÇÖZÜMÜN PARÇASI OLMALI
Müslüman
vatandaşlar olarak bizim sorumluluğumuz zor şartlara maruz kalsak da
çözümün bir parçası olmaktır. Müslümanların hak ve hürriyetlerini
müdafaa etmek ve inancı ne olursa olsun bütün insanların barış ve huzur
içinde yaşamasına katkıda bulunmak istiyorsak siyasi, ekonomik, sosyal
ve dini bütün boyutlarıyla terörizm problemine eğilmeliyiz. Kendi
hayatımızda erdemli bireyler olarak misal teşkil ederek, dini
kaynakların radikal yorumlarını reddederek ve marjinalleştirerek,
bunların gençler üzerindeki etkisi mevzuunda uyanık davranarak ve
demokratik değerlerin eğitimine erken çağda başlayarak terörizmle ve
onun meşcereliği olan totaliter ideolojilerle mücadele edebiliriz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder